Hikari Suzuki
Mesaj Sayısı : 9 Kayıt tarihi : 02/03/10
| Konu: *Hikari Suzuki* Çarş. Mart 03, 2010 12:35 am | |
| Ad-Soyad: Hikari Suzuki (Hikari is back desu! ^o^)
Yaş: 23
İstediği Rütbe: Taichou desu o.o"
Dış Görünüş: Sade bir güzelliği vardı Hikari'nin. Beyaz teninin üzerindeki iri badem şekilli gözlerinin içinde parlayan mücevherimsi gözleri mavi-mor arası bir renge sahipti onun. Kiraz rengine çalan etli dudakları, belirgin yüz hatlarının üstüne usta bir ressam tarafından oturtulmuş gibiydi hep. Orta boylu, zayıf bir vücudu olmasına rağmen çok pratik ve sağlam bir yapısı vardır.
- Spoiler:
Tür: Shinigami desu yooo^o^"
Kişilik: Ciddiyetinden ödün vermek istemez pek, ama hangi ciddiyet? Zira ne zaman iş başa düşer, bir görev bekler, o zaman ciddileşiverir işte. Yoksa, tanışıp güvenini kazanabilen insanların yanında iken hiçbir sınırlama koymaz, hele birde çakır keyif ise! Sadece korumacıl bir sertliği ve kişiliğinden asla ödün vermeyeceği davranışları vardır. Aynı zamanda kuralları... Ne kadar yakınında olursanız olun, ona ters düşen bir konuda sizi uyarırsa eğer, buna uymayıp sonunda yanlış yaptığınızda bir daha dönüp bakmaz yüzünüze. Tutumlu ve bağlayıcıdır, ara bulucudur her zaman. Lakin kendi dostlarından birine duyduğu en küçük dargınlık bile, ona karşı olan güven kartının limitine biraz daha yaklaştırır... Beyni uğuşmuşken neler yapabileceğine akıl sır erdiremediğinden pek sake içmez, genellikle susuzluğunu *sabahları* çay ile geçiştirmeye çalışır. Geceleri ise, sessiz bir yerde veya takım binasının çatısının üstünde devirir sake şişelerini.. Çok açık sözlü olmasına karşın ara sıra sakladığı küçük şeyleri, onu iyi tanıyanlar görmezden gelebilirler. Fakat diğerleri kadar yakınlık kurmadığı, aralarında saygıdan bir duvar örülü olan kişilerin bile karşısında tek bir şey dahi gizlemelerini istemezken kendisinin saklaması, hem sinirlendirip hem de şaşırtır onları.. Bu yüzden terleyip kem küm ettiği dönemler azdır, zira gizlisi pek yoktur..
Geçmiş: Ölüp ruhu Rukongai'ye ulaştığında; açlıktan kırılan bedeninin yaralarını saran, karnını doyuran Hana'yı annesi yerine koymakta bir an bile tereddüt etmemişti o. Ta ki o ölene kadar... Bir hollow saldırısında yardım edemediği Hana'nın anısına boş olduğu zamanlarda ruhunun yok olduğu yere gidip sake şişeleri devirirdi. Güçsüz olmaktan o zamandan beri nefret ediyordu işte, ve kabullenemiyordu değer verdiklerini kaybetmeye. İşte yine bir gün uzaktan SS'yi izlerken ilk defa kendisi çizdi kaderinin yolunu. Şişenin dibinde kalan birkaç yudumluk sakeyi de kafasına diktikten sonra koydu kurallarını. Çakır keyifken yapmasına rağmen bunu, yine de hala unutmamış ve uygulamaya devam ediyordu. O zamandan beri ne kimseye Hana kadar değer verdi, ne de güçsüzlüğe, yenilgiye tahammül edebildi. Herşeye görüs gerebilmeliydi, kaldırabilmeliydi ki daha fazla ezilmesin yüreği. O günden itibaren hakettiği değerden bir gıdım fazlasını vermedi kimseye.. Ve şimdi tek isteği, Hana gibi değer verdiği herşeyi ondan söküp alan tüm sorunları kökünden söküp atmaktı.. Atmaktı ki, başkasına da zarar veremesin o sorunlar.. Kökünü kurutmalıydı ki, başkasına musallat olmasınlar, bundan sonraki yaşamında ise onu rahat bıraksınlar...
Örnek Rp:
- Spoiler:
Bir günün daha bitimine girerken; odasının büyük kapısını aralayan Josephine, rutin bir şekilde içeri girdi. Çoğu zaman oturup düşündüğü, yağmur yağdığında kitap okuduğu büyük pencerelerin yanındaki sallanan sandalyesinde oturup perdeyi aralayarak maziye dalmaya hasretti şu son kaç gündür. Perdeyi aralayıp; dünden bugüne yaptığı hataları, utanç kaynaklarını, başından geçen tüm güzellikleri ve bu tüm duyguların bedenini sarmalamasına izin verdiği aşkını, kalbinde yaşatmayı severdi. Odasının mekanından ilerdeki sefillik kokan sokakları gördükçe benliğinin her daim farkına varır, kim olduğunu unutmazdı hiçbir zaman. Kendisinin on üç senedir içinde bulunduğu bu güzel ve süslü hayattan öncesi, onun kişiliğini bulmasında önemli bir rol oynamıştı. Fakat hayattan beklentisini düşük tutmayı çok sonradan öğrenmişti Joseph.. Zira hayat, verdiği kadarını çalarak insanların her utancında eğlenir; başkalarının acılarından bir tavernadaymış gibi zevk duyardı... Josephine'nin de bu dertten muzdarip olduğu; kalbi yerine doluşan kelebeklerin verdiği barizlik kadar açık ve netti. Kaderi, kalbini çalmıştı onun. Kurtarılan kalbini alıp, kurtarıcısına armağan etmişti... Bu kadarla da kalmamış, ailesinin bir mensubu olmasını sağlayarak işleri sarpa sardırmıştı hayat. İşte, böyle bir umutsuzluğun içinde bile kalbini geri almaya, istemeye cürret edemiyordu Joseph. Yüzünde güller açmasını sağlarken içinin kan ağladığını belli etmeyecek kadar hayattan çok tokat yemiş, artık ustası olduğu bu aşk maskesinin içinde kimi zaman yitip gitmişti... Ama hiçbir zaman yüreğini geri çekmemişti, kimine göre aptalca olan bir aşk oyununun ortasından... İlk yüreğini sürmüştü oyuna, sonra tüm ruhunu ve beliğini... Şimdi geri çekebilir miydi? Bu kadar yakınken onun için tüm gerçeğe, yüreğinin tek sahibine? Hayır, hayat önüne bunun için ne kadar çok fırsat çıkarırsa çıkarsın bunu yapamazdı. Zira aşkı hergün körükleniyor, bir defterde ölümsüzleşen tüm anı ve duygularıyla harmanlanıp koca bir çığa dönüşüyordu içinde...
Karşılıksız bir şekilde, umutsuzca sevmişti işte kaderinin kurtarıcısını, Marcus'u... Kimseye anlatamadığı duygularını, gözyaşlarıyla harmanlayarak anlatmıştı günlüğüne.. Kimi zaman kahkahalar, kimi zaman şüphelerle... Kimi zaman sadece aşkla açmıştı defterini, umutsuzlukla kapatmıştı... Ama yine de sevmişti onu, ümitsizlik içinde... Tek sırdaşını gözü gibi saklar, tüm hayalleriyle tasvir ederdi aşkını. Lâkin ne kadar eğip bükse, çevirse de tek bir beden halinde çıkıyordu hep karşısına... Bundan dolayı hoşnut olmadığı söylenemezdi; zira cehennemini cennete, gecelerini gündüze çeviren birinden nasıl bıkabilirdi ki? İşte, bunların hepsi yazılıydı tek bir defterde.. Ve belki de ölene dek, sırrını tutacaktı bu gizli günlükte... Sahi, bu gizli aşkının yazılı olduğu deri kaplı defteri, en bilmemesi gereken kişi görmüştü evvelden. İçini açmamıştı evet, açtırmamıştı Josephine. Fakat yine de günün bu saatinde, ne ile meşgul olduğunu bir Marcus bilirdi şu ana dek... Bunun sadece bu şekilde kalmasını dilerken, arayıpta bulamadığı defteri, içine kurt düşüren tek bir kişinin odasına doğru koşma dürtüsü uyandırmıştı onda... Odasını darmadağın edipte bulamadığı günlüğünü, Marcus'un ellerinde arayacak, ve büyük olasılıkla dünyası başına yıkılacaktı...
Hızlıca indiği merdivenlerden, Marcus'un odasına doğru koşar adım ilerlerken dua ediyordu Tanrı'ya onda olmaması için defterinin. İki kez tıklatıp hışımla açtığı kapının ardında defterini görünce şoke olmuştu bir anda. Hâlâ bağlıydı defterinin üstündeki kurdelesi, okumamıştı belki de... Fakat kim bilir? Kim bilir, okuyupta yeniden bağlamadığını onu? Aşkının sonunu getirmesi için bu kadar erken miydi? Umutsuzca aradı gözleri Marcus'u. Okuyup okumadığını, yahut okuduysa ne kadarına baktığını, bakabildiğini merak eden kalbi, yuvasına geri dönmüş, hop inip hop kalkıyordu adeta... Kalbi sığınabileceği en son yerdeydi, peki benliği kime, nereye sığınacaktı Joseph'in? Zaten bu ailenin gerçek bir mensubu değildi, bu yüzden buradan kovabilirdi belki de onu... 'Yine de güzeldi...' diye geçirdi içinden... '... Yine de güzeldi, seni ölesiye sevmek....'
'O benim günlüğüm! Senin odanda ne arıyor?!'
Marcus'u gördüğü anda sarfettiği bu sözler, mutsuz çehresini arındırıp yerine sinirli bir ifade oturtmuştu. Ve bu, bir tek onu kandıramıyordu onca zamandır... Her zaman yüzünün ifadesi değil, kalbinin fısıldadıklarıdır asıl gerçekleri benliğinin. Yoksa, nasıl kızabilirdi ki ona gerçekten? Ölümü bile onun elinden olsaydı eğer, nasıl tüm vebalini ona yükleyebilirdi? Hoş; kalbini öldüreceği zamanı çalınca saatler, Joseph'in de ruhunun infazı başlayacaktı elbet. Fakat yine de onu severek ölecekti. Bedeni toprak tarafından emilirken bile; öldüğüne değil, ölümsüz aşkına yanacaktı her zaman yukarıda... Böyle olmaması için dua etmiyor da değildi, ona bir kere daha bakmaya doyamadan ölmek... Ama kendinden önemli değildi hiçbir zaman, Marcus'u incitmek, onu hüsrana uğratmak.. Ama ne olursa olsun, nereye giderse gitsin; ok yaydan çıkmıştı bir kere... Kalbini burada bırakıp, öyle giderdi azamete...
| |
|
SteamHive Admin
Mesaj Sayısı : 232 Kayıt tarihi : 11/07/09 Yaş : 31
| Konu: Geri: *Hikari Suzuki* Çarş. Mart 03, 2010 2:33 pm | |
| Lan benle yaptığın rpyimi koydun xD Onaylandı.Kaçıncı takım? | |
|
Hikari Suzuki
Mesaj Sayısı : 9 Kayıt tarihi : 02/03/10
| Konu: Geri: *Hikari Suzuki* Çarş. Mart 03, 2010 7:09 pm | |
| Napim lan hoşuma gitti^o^ hem belki okursun da yazarsın diye koydum taam mı>_>
Hmm.. 1,2,11 veya 12. takımlardan biri olursa sevinirim desuxD | |
|