Gitgide dalgalanan reiatsu yumağına yeni yeni iplikler de katılırken, herkes birbirini kışkırtma amaçlı biraz daha fazla salıyor ve bu bir çığ gibi büyüyerek etrafa doğru yayılmaya devam ediyordu. Tehditler savuran shinigaminin ardındaki, kaptanından daha genç ve toy duran kızın bile elleri ayakları titremiş, sonunda başka bir shinigaminin yardımına muhtaç kalmıştı işte. Dahası, bu karmaşanın içinde Ageha-chan'ın da reiatsusunu; akşam vaktinde, sahile vuran yorgun dalgalar gibi saldığını hissedebiliyordu. Zira onu ardında, Akira-kun'la konuşurken bırakmış olmasına karşılık Ageha'yı tanıyordu. Kendisiyle ilgilenip yanında olamasa bile reiatsusunu kontrol ettiğini... 'Yine' ve 'sürekli' olarak teşekkür borçluydu ona...
Ortalık o kadar karışık ve herkes en sadist yanını göstermeye bu kadar hazırken, Aya'nın tek derdi 'lanet olasıca hollowları' yakalayıp; ya götürmek, yahut Ageha'ya emanet etmekti... Lakin birileri durmadan gözü gibi bakması gereken o ilkel canlıları kesip duruyor, ve bundan haz alıyordu. Acaba Aya'nın kafasını uçursalardı ne kadar hoşnut kalırlardı? Orası muammaydı, ama tamamen değil. Zira en azından büyük bir hoşnutluk duyacakları kesindi. Yahut Ageha-chan veya Akira-kun'un uzuvlarını? Ah, buna asla izin vermezdi! Gerçi şimdi de -her ne kadar istemiyor olsa dahi- koruması gereken, Adjucas sınıfı altındaki türdeşlerini koruması gerekti. Fakat katanasının üzerindeki elini saran sıcacık bir ten, sıkmamasına rağmen durdurmaya yetmişti Aya'yı. Neydi bu gecenin soğuk melteminde vücudunda gezinen sıcaklık? Hem de Aya'da! Peki bedeni soğukluğa alıştığı için mi başı dönüyordu, yoksa belki de itiraf etmekte zorlanacağı duygulardan mıydı bu sancı? Hiçbirini anlayamaz ve yorumlayamazken az önce elinde hissettiği, içine işleyen derin duygular ve hisleri uyandıran teni, kokuyu şimdi ise belinde duyuyordu. Ve şaşkınlıkla yaşayan dünyada son bir kez ciğerlerini oksijenle doldururken, Garganta'nın boşluğuyla ezilmişti sanki. Buna rağmen sadece döndüğüne mi, yoksa kiminle kendi diyarına gittiğini ayırt edememişti belleği. Sadece arkasında süvariler kovalıyormuş gibi koşarken, kalbi bedeninden farklı bir tempo tutturarak ona masal gibi gelen ritmik hareketlerle çarpıyordu göğsünde. Bir saniye, cehennem buz mu tutuyordu yoksa? Türdeşlerinde de kalp olmamasına karşın ruhunda bile hissedemediği yüreği, şimdi kendini belli etmek için yükselip alçalan göğsünde hızla atıyordu, sırf kendini belli etmek için sanki.. Neydi o, Nihilceğizinin işimi uzamıştı, yoksa tamamen terk mi etmişti ne? Yoksa beyninin zonklaması, zihninin ona oynadığı oyunlarla kalp çarpıntısı gibi mi gözüküyordu gözüne, hiç bilmiyordu. Emin olduğu tek şey, mutlu oluşuydu. Yüzüne yansıması gerekmiyordu, yahut bir kalbe ihtiyacı yoktu. Benliği sanki yıllarca kilitli bir kapı arkasındaymış gibi hissediyordu o anda. Kilidini daha bugün bulmuştu, ve açmasıyla tüm duyguların hücumuna uğramış gibiydi. Belki de yanılıyordu, tüm günün hızından ve aktifliğinden, heyecanından yorgun düşen bedeninin titremesiydi bu. Yine de sevmişti işte, garip bir tata sahip bu hissi. Lakin gel de adlandır bunu! Bir isim bulamıyor, daha doğrusu yakıştıramıyordu güzel olmasına rağmen hiçbir şeyi. Farklıydı evet, ve sadece bir 'his' olarak adlandırmak ona saçma geliyordu. Ama ne yaparsın, yılların Nihil'inden de ancak bu kadar olur işte...
Onun diyarında allı pullu bir gökyüzü, ateş böcekleri gibi parıldıyan sokak lambalarıyla aydınlatılan sokaklar yoktu elbet. Sahra'nın bir evren boyutundaki sessiz ve soğuk halini anımsatıyordu ona, aynı oradaki geceler gibi.. Zira sanıldığı gibi her zaman sıcak değildir çöller, yahut ziyadesiyle nemli.. Hele kışlarında, gecelerinde kuru havanın hakim olduğu soğuk topraklar, Hueco Mundo'nun dünyadaki bir kopyasını anımsatır her yıl, her gece. Etrafta kalan, ölü sessizliğindeki kum batağından uzakta bir yerde olmaları belki de Daisuke için daha iyiydi. Zira yıllarca dünyada yaşadıktan sonra, aniden ve nefes nefese Hueco Mundo'ya girince bir müddet alışması gerekecekti buraya. Birkaç saat içerisinde gelişen olaylar dahilinde onun burada kalmasını elbet çok isterdi, ve zarar görmemesi için de elinden geleni yapacaktı. Gerçi az önce kazandığı umudunu içindeki hollow ruhuna bağlamıştı o ürkünç ortamdan kaçtıklarından beri. Ortamdan iyi veya kötü etkilenerek dalgınlık ve şok arasında gidip gelen Daisuke'nin elinin üzerine bu sefer o elini koyarken, daha fazla dışarıda kalmaktansa, içeride en azından buradan daha rahat bir yerde oturup konuşmaları daha makul gelmişti ona. Belki de nefesinin düzene girmesini beklerken, hiç konuşmamış, konuşamamış olmasına rağmen Aya, beyaz duvarların ördüğü yuvasına girerken, sadece yanında Daisuke'nin olmasından dolayı hiç hissetmediği kadar rahat ve koyvermiş hissediyordu kendini...