Aya Estella O'fieme Nona Espada
Mesaj Sayısı : 92 Kayıt tarihi : 21/02/10 Nerden : Kripton*-* Diriliş mode on desu v.v"
| Konu: Aya Estella O'fieme Ptsi Şub. 22, 2010 1:09 am | |
| Ad-Soyad: Aya Estella O'fieme
Yaş: 21
İstediği Rütbe: Espada
Dış Görünüş: Omuzlarından beline kadar dökülen koyu kırmızı saçları, kehribar rengine yakın bir tona sahip olan gözleri, beyaz teni ve tüm çehresiyle öyle uyum içindedir ki, düzgün fiziği ile mükemmeliğe ulaşır herşeyiyle.. Güneşli günlerde parlak kırmızı rengini alır saçları, aynı zamanda değişen gözlerinin getirdiği açık yeşil rengi ile birlikte.. Giyimi, davranışları ile başını döndürür insanın. Kusursuzluğunu engelleyen tek unsur, çoğu insana karşı takındığı nihilizm tavırlarıdır onun... Gülüşü, gülümsemesi mükemmelliğiyle delirtir insanı.. Mutluluğunda samanyolu misali parıldar gözleri. Ara sıra takındığı çocukluğuyla çoğu konuda ikna edebilir herkesi.. Normalde atığı derin boşluğun içinde kaybolursunuz adeta... O kadar delici bakışlarda bile hiçbir duygu taşımamayı öğrenmiştir o artık. Güvenemez kimseye çünkü, her ne kadar çenesini dik tutsada tüm olumsuzluklara karşı, iri gözlerinin altında görebilirsiniz umutsuzluğunu ve korkusunu...
Tür: Arrancar
Kişilik: Fazla şanslı kişi yoktur onun için, gerçek yüzünü göstermesine yetecek kadar.. Nihilist özelliğine sıkı sıkı tutunur kendine ait olmayan, veya kendine yakıştıramadığı tüm duygularda; korku, öfke, kaygı, endişe, aşk... Çok az kişinin belleğinde iyi biri olarak kazınmıştır sadece. Hâlbuki daha fazlasını hak edecek kadar büyük bir kalbe sahiptir Aya. Fakat gelin görün ki, Nihil'dir onun lakabı. Gerçi, onun için bu lakabı benimseyenlerin hangisi bilerbilirdi ki onun maskesinin altındaki asıl gerçeği ve o acılı hiçliği.. Somut olmayan hiçbir şeye önem vermez gibi durur ilk bakışta, belki yakıştıramazlar hatta onun güzelliğine bu duruşunu. Bundan dolayı tüm duygulardan yoksun bir 'Nihil' diye bilmişlerdir onu hep. Oysa ki kim anlayabilirdi içindeki duyguların yoğunluğunu ve bereketini? Takındığı maskesinin düştüğü insanlardan dinlemişler midir ki hiç onu? Nasıl güven duyduğu kişilerin yanında çakırkeyif olduğunu? Gerçi dinleseler bile inanmazlardı ya, gülerlerdi ya onlara, en çok bundan korkardı Aya önceleri. Şimdi ise daha bir ağırbaşlı olmaya özen gösteriyor, tutunabildiğince tutunuyordu gerçek kimliğine her zaman. Görüldüğü gibi değildiği onun kalbi, başını çevirdiği her yandaki gibi çöl değildi, olmadı da hiçbir zaman. Ama anlaşılmadı işte, kimse derini görmek istemedi, görmedi de... Fakat o herzaman kendisidir, görüşlerini ne kadar içine atsa, duygularının hepsini içinde yaşasa ve hiçlik yayan maskesinin boşluğunda çoğu zaman yutulup, asıl benliğine sonsuza kadar hakim olmak için ölesiye çabalasa da, benliğinden ödün vermez asla, muhakeme yetenğini kaybetmez hiç bir zaman... Ve elbet birgün olacaktır kalbini açabileceği biri, elbet gülebilecektir başkalarının yanında, ve mutluluk sökecektir tüm damarlarını dıştan kaplayan yoksunluk ve hiçlik duygusunu... Duyurmadan mırıldandığı tüm şarkıları bağıra bağıra söyleyecek, pek nasir insanların yanındaki gülüşünü tüm dünyaya dinletecekti...
Geçmiş: Kim demiş tüm masallar iyi biter diye? Kimin hayatı kadar normal gitmiştir ki onun yaşantısı? Hiçbir zaman güzel bir sapağa girememiş, yürüdüğü bıçaklı tünelin bir türlü sonunu görememiş ve o yolda tek bir canlı gül bile görememiştir hayatında. Kalbini hep ölesiye kapatmış, zor tamir ettiği kalbini bir daha kırılmamak üzere rafa kaldırmış, zincirlemiştir kafesine uzun zamandır... Kim bilebilirdi onun da aşık olabileceğini? Kim tahmin ederdi ki kırılan kalbinin güçlü bir meltemle süpürülürken benliğininde yitip gideceğini? O bile düşünememişti bunu.. Ona geçmişten kalan tek şey tatsıız anılardı, ölümüne savaşıydı her zaman. Ölümüne, ölümle savaşı.... Hiç bir zaman kaybetmedi gerçi, ama derin yaralar aldı hep. Bunca zamandır kolunu kaldıracak hali olmamasına karşın hep ileriye döndü, büyük oynadı. İlelebet yüzü hilale dönüktü zaferlerinde hayatla birlikte. Hiç bir olay, hiç bir kimse yıkamamamıştı yaşama sevincini maskesinin kalın duvarlarından geçip. İzin vermemişti hiçbir zaman kendi yarattığı yapay yokluğun içinde gerçek bir kaybolmaya... Doğduğundan beri mühürlüydü sanki ruhu; belalarla uğraşmaya meyilli, derin yaralar almaya müsait.... Gücünü hep gizledi, hepsakladı duygularıyla beraber. Hep korktu yeniden tuz buz olmasından yerinde pas tutan yüreğinin, içi cız ederdi içinde boğulurken endişelerinin, yoksunluk ve açlığın. Tabii ki bu açlık sevgiyeydi, tüm yaşantısı boyunca... Elbet bu yoksunluk bir kaç dostaydı, son bir kaç seneye kadar... Yine bu endişeler hayata karşıydı, kazanmak için verdiklerinin yanı sıra kazıklanmasıydı hayata karşı. Rehafa erip, güzel bir hayat kurma hayalini benimsemeyi çoktan bırakmış, bu yokluğunuda kabullenmişti artık. Şimdi tüm isteği yaşamaktı, yaşamaktı sadece... Ölesiye, tutkuyla yaşamak, ve güzel bir ölümle ruhunun azat edilmesiydi artık...Örnek Rp: - Spoiler:
Yine harika,cennet gibi bir gün daha... Tanrıçam her zamanki gibi yanımda. Dolunay, bir iple kendimize çekmişiz gibi yakın ve büyük. Muhteşem parıltısı yemyeşil çimenleri yaldızlarken altımızdaki duru okyanus,okyanusun sonunda başlayan gökyüzü, ortasına ışık kümeleriyle işlenmiş gibi duran dolunay, ve gecenin Tanrıçası ile beraberken daha ne isteyebilirim ki!
Nyx'im, resmen dolunayın süzülen ışığının altında insan silüetine bürünmüştü. Siyah ve gür saçları, ayak bileklerine kadar inerken, bacaklarını ve omuzlarını açıkta bırakan tülden elbisesi ile tam bir tanrıça havasına bürünüyordu. Teninin pürüssüzlüğüne uyum sağlayan zarif sesi, insanın başını döndürecek kadar muhteşemdi. Badem şeklindeki iri deniz mavisi gözleri, elmacık kemiklerindeki bembeyaz teninin üstündeki kırmızılık, yine aynı renkte olan eksi dudaklarıyla o akdar benzersiz ve etkileyiciydi ki!
Tüm ay ışığı onun üzerinde toplanmıştı sanki. Gür saçları gecenin bir parçasıymışm gibi ayın loş, fakat huzurlu ışığında parlıyordu adeta. Elini bana doğru kaldırarak uzun parmaklarıyla saçlarımı okşadı. Güzelliği karşısında nutkum tutulmuştu. Aynı şekilde gece ve ayla o kadar bütünmüş gibi duruyordu ki; güneşi kıskandıracak kadar parlak, bulutları kızdıracak kadar beyaz ve mavi gökyüzüne yas tutturacak kadar duru bir güzelliği vardı...
Saçlarımı okşarken, kaybolan silüetine son bir kez daha baktım. Tanrıçam! Hiç bir şair betimleyemezdi onu. Hatta Juliet'in Romeo'ya sarfettiği sözler bile yetersiz kalırdı. Zira yıldızlara bölünemeyecek kadar harikuladeydi. Genenin kızı gibi durması da, zaten herkesi güneşe küstürmeye yeterdi.
Son bir kez süzülen ışıkta yüzünü görünce içimden 'Gitme!' diye haykırmak istedim...'Gitme, gecenin ruhu!...'
Çok geç. Artık 'gitme' diyebilmek için çok geç. Dudaklarını hafifçe bükerek gülümsemişti gitmeden önce. Son bir kez daha gökyüzüne baktım. Dolunayın hemen yanındaki büyük ve parlak bir yıldız, bana göz kırpıyordu adeta...
(Desu Note: Bu rpyi bir house of night rp sitesi için Erebus'un ağzından yazmıştım...)
- Spoiler:
Bana gelenin ne olduğunu biliyorum. Ne varki tarihimi öğrenmek hep hoşuma gitmiştir benim...[rpgci notu: ne varki kelimesini eski dilimizi kullanmayı sevdiğim için kullandım, soru sormak için değil^^;] Neredeyse bundan yüz elli yıl önce olanları okuduğumda hala içim titriyordu, fakat ben daha korkunç bir şey hayal ediyordum, böyle harika bir varlık değil... Her halde o kuzgun denen şeylerle karıştırdım, herneyse...
Merhaba.
Çıplak göğsünün ardından biten kanatlarının yaydığı soğuklukla içime bir ürperti katınca kollarımı doladım ve lanet olsun tarzı homurdanmaya başladım. Pekala, neden benimle konuşuyordu ki? Benimle hiç bir işi olacağını sanmıyorum, zira genelde güçlü olanlarla müttefik olmak istediğini biliyorum. Daha ateşe tamamen hükmetmem için geçmem gereken sonunu görebildiğim bir yol var, yani o kadar uzun değil ama yinede oradan buradan eksiklerim var işte... Ve hala çaylağım. Belki bunu bilmediği için rüyama girmiştir, ha? Belkide içi boş hihalimi görünce gider? Bunu düşünerek hilalimin üstünü örten taşlı süsü kaldırıp saçlarımı geriye attım ve ona doğru baktım. Ondan tarafa baktım, ama sadece kayan silüetini görünce daha 'ne oluyor' demeye kalmadan yanımda bitiverince duble şaşırdığımı itiraf etmeliyim... Aniden elimi tutup beni çekmesiyle o soğuk ama canlı olduğunu bildiğim[ bilirsiniz, soğuk bana ölümü hatırlatıyor işte...] kanatlarının arasında buldum kendimi..
Şimdi çağırma sırası bende!
Göğsüne koyduğum ellerimi çekemiyordum, zira [gerçekten] ayaklarımı yerden kesip beni bulutlara kadar çıkarmıştı. Başımı odan tarafa çevirmeye çekiniyordum çünkü zaten ona yaslanıyordum ve aramızdaki mesafe sıfıra indirgenmiş durumdaydı. Ayrıca, kim neyi çağırmıştı ki? Lanet olası kumsalda her yerime kum kaçana kadar oturmayı planlıyordum rüyamda ben.. Belki bir köpek balığı fırlayıp beni mideye indirirdi, daha sonra onu yiyen bir balinanın içinde öğütülmekten fazlasıyla küçük olduğumuz için kurtulduğumuz ve orada birbirimizi bulduğumuz Shou'yla balina su fışkırttığında kaçar ve tekrar aynı yerde yine saf saf okyanusu izlerdik.. Aslında Kalona'yla uçmak gibi bir niyetim yoktu hani, ama güzeldi. Lakin yinede yoldan çıkmış bir meleğin, hele ki nasıl yoldan çıktığını bildiğim bir meleğin kollarında olmak, ve havada olduğumuz için ona daha sıkı tutunmak zorunda kalmam ürkütmüştü beni. Hoş, endişelenmem için bir neden yok ki.. Nasılsa bakire değilim ve bu içimi garip bir şekilde biraz rahatlatırken yinede endişemin tamamını alamıyordu işte...
Tamam sakinleş, İyisin.
Gözlerinin içine baktım. Uzun ve gecenin rengindeki saçları, kehribar rengi gözleri, buğday rengi teni ile insanı bu kadar büyüleme yeteneğine sahip olmasından yoldan çıkmış olsada bir melek olduğuna şaşmamalı. Zira bende bu kadar mükemmel olsam herhalde bende yoldan çıkardım. Rahibe olacak halim olmazdı herhalde...
Sen öyle diyorsun...
Kelimeler ağzımdan dökülüverirken bu kadar normal bir duruş sergileyebilmeme hem şaşırmış, hem de sevinmiştim. Pamuk gibi duran bulutların içine atlarsam yerdeki gibi duramayacağımı biliyor, ve fizikten ne kadar anlasamda nefret ediyordum. Onun yerine sol elimi Kalona'nın göğsünden çekerek onlara dokunmak için eğildim. Dolunayı arkasına almış dururken Kalona'ya baktım. Gecenin tanrıçasını dolunay simgeliyor ama Kalona önündeyken dolunayı bile ikinci plana atıyor... Gülümsemesi içimde bir hayranlık uyandırmaya yetiyor.. Yalnız yanlış anlamayın, Shou'yu falan unutmadım elbet.. Tabii aşk başka, hayranlık başka... Yani, Shou'nun Nyx'e hayranlık duyması doğaldır, ama hayranlık ve aşık olmak başkadır... Kalona'nın baş döndürücü harikuladeliğini kendimi kaptırırken, ne yolda çıkmış bir melek olduğunu, ne de Nyx karşıtı olduğunu hatırlayabildim o an... Bakışları ruhumu delip geçerken zaten onu gördükten sonra bir gıdım kalan şuurumuda allak bullak etmişti birden... Kehribar rengi gözlerine hipnotize olmuş gibi kenetlenirken gözlerim, kanatlarının soğuğunu bile hissedememişim bir an... Ve tüm unuttuklarımda dahil, Nyx'te çıkıvermişti aklımdan...
(Desu Note: Buda bir house of night sitesi içindi... )
| |
|
SteamHive Admin
Mesaj Sayısı : 232 Kayıt tarihi : 11/07/09 Yaş : 31
| Konu: Geri: Aya Estella O'fieme Ptsi Şub. 22, 2010 6:28 pm | |
| | |
|
SteamHive Admin
Mesaj Sayısı : 232 Kayıt tarihi : 11/07/09 Yaş : 31
| Konu: Geri: Aya Estella O'fieme Çarş. Şub. 24, 2010 11:20 pm | |
| | |
|